Sakıp Sabancı Müzesi’nin, Sabancı Vakfı’nın katkılarıyla başlattığı ve büyük bir ilgiyle takip edilen Müzede Sahne etkinliğinin dördüncüsü 7-15 Ağustos 2020’de gerçekleştiriliyor.

Emre Koyuncuoğlu’nun sanat yönetmenliğinde her yıl farklı bir tema üzerinden gösteri sanatları alanındaki çalışmalardan bir seçki sunan Müzede Sahne, 2020’de “Adı Sanı İsmi Cismi” başlığı ve “Topyekûn Kadın” temasıyla seyirci karşısına çıkıyor. Teması, özellikle koronavirüs salgını döneminde artarak şiddet gören, zorlanan, tehdit altında yaşayan ve hayatını kaybeden kadınlardan hareketle belirlenen programda, oyunların yanı sıra oyun okuması, performans, panel ve söyleşiler yer alıyor.

Müzede Sahne bu yıl, mesleki alanda özel tiyatroları temsilen tiyatro sektöründeki üretim ve uygulama süreçlerinin iyileştirilmesi ile profesyonelleşmesini hedefleyen Tiyatro Kooperatifi’ni destekliyor ve salgının ağır etkilerini yaşayan sahne sanatlarında dayanışmanın önemine dikkat çekiyor. Bu amaçla, geçen yıllara göre süresi uzatılan programda, böylece seyirciyle buluşan toplulukların sayısı da arttırıldı.

Sağlık Bakanlığı’nın salgın önlemleri doğrultusunda sosyal mesafe kurallarına uyularak düzenlenecek etkinliğin biletleri sınırlı sayıda satışa çıkacak. Bazı oyunlar ise gösterimlere eş zamanlı çevrimiçinde de biletle izlenebilecek.

Program broşürü için tıklayınız

Kaynak: https://www.sakipsabancimuzesi.org/tr/sayfa/etkinlik-takvimi/muzede-sahn...

SU Gender Direktörü Hülya Adak'ın Program Açılış Konuşması:

Sabancı Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Merkezi adına “Adı Sanı, İsmi Cismi” başlıklı Topyekun Feminist tiyatro festivaline hoş geldiniz demek isterim. 

SU Gender olarak işbirliği içinde olduğumuz Sakıp Sabancı Müzesi’ne, ayrıca bu festivali mümkün kılan ve pek çok dayanışma platformunu, toplumsal cinsiyet ve kadın çalışmalarını özellikle destekleyen Sabancı Vakfı’na şükranlarımızı sunmak isterim. En önemlisi bu festivali hayal eden, organize eden, üniversiteleri, sanatçıları, tiyatrocuları, aktivistleri bir araya getiren Emre Koyuncuoğlu’na da sonsuz teşekkürlerimizi dile getirmek isterim. 

Sizlerle bir arada olamadığım için çok üzgünüm. Pandemi dönemi en zor yaşadığımız şeylerden biri birbirimizi sanal ortamlar dışında görememek, hissedememek, dayanışma ağlarını yüz yüze güçlendirememek oldu. Tüm bu nedenlerle, bazı festivaller de (Ayvalık Başka Sinema film festivali örneğinde olduğu gibi) kapatılırken, bu festivalin hepimize güç ve ilham verecek şekilde başlıyor olmasına müthiş seviniyorum. 

Festivalin kendisi devrimsel nitelikte. Hem bizlere kadın hayatlarının temsili, ayrımcılıkla mücadele, feminist ütopyalar gibi türler sunduğu için, hem de sadece profesyonel tiyatro örneklerini, önde olan bazı tiyatro gruplarını değil, avant garde grupları, deneysel tiyatroyu, COVID dönemi provaları yapılamamış bazı oyunların okumalarını ve tüm bu sahneleme biçimleriyle birlikte feminist aktivizm, cinsel taciz ve cinsiyete dayalı şiddet üzerine çalışan kurumları, üniversiteleri de bu tartışmaya dahil ettiği için oldukça öncü bir konumda duruyor. Umuyorum bu festival bir başlangıç işlevi görerek, ortak temalar etrafında yeni buluşmalara, yeni festivallere öncü olur. 

**COVID 19 dönemi Birleşmiş Milletler raporlarından, hem ülkemizde, kendi çevremizde gözlemlediğimiz örneklerden biliyoruz ve görüyoruz ki evlere çekildiğimiz dönemlerde kadına yönelik şiddet, cinsiyete dayalı şiddet ve taciz katlanarak artmış durumda. Sabancı Üniversitesi 2007 yılında Türkiye içinde ilk cinsel taciz yönergesinin yazılmasına ve ilk Cinsel Taciz Komitesi’nin kurulmasına ev sahipliği yapmış bir kurum olarak bu dönem SU Gender öncülüğünde Cinsel Tacizle mücadelenin araştırma ve uygulanma biçimlerine yönelmeyi hedefledi. Yüz yüze görüşmeler düzenleyemediğimiz Mart 2020’den bu yana uluslararası ve Türkiye’den örneklerin bir arada tartışıldığı Cinsel Taciz ve Cinsiyete Dayalı Şiddet webinar’ları, Avrupa, Amerika, Orta Doğu ve Türkiye’den pek çok araştırmacı, akademisyen, aktivist, hukukçu, sinema yapımcısı, tiyatro ve yaratıcı yazarın bir arada bu konuları tartışmalarına vesile oldu. Bu sayede, bu alandaki araştırma ve yaratıcı eserleri birlikte tartışırken, COVID dönemi iyi ve kötü uygulamalardan haberdar olduk, iyi örnekleri emsal aldık, aynı zamanda uluslararası platformlar geliştirerek dayanışma ağlarımızı sağlamlaştırdık. Üniversitenin kurgulanma şekli ve tarihi bağlamında nasıl kendi “mit ve efsanelerini” yarattığını tartıştık, bu efsanelerden en önemlisinin de bilimin merkezi olarak görülen üniversitenin tacizle alakası olamayacağı efsanesi olduğunun tespitiydi. Bu nedenle, Cinsel Taciz üzerine çalışan araştırmacıların taciz vakalarının sayılarını, sıklığını göstermeleri, üniversitede bu vakaların yaygınlığının tartışılması açısından çok önemliydi. Bu tartışmaların en önemli boyutu sadece vakalar ve yaptırımlar üzerine değil, mağdurlar ve destek mekanizmaları üzerine de yoğunlaşmasıydı. Mağdurlar için psikolojik destek, travma üzerine çalışmak, kurumların öğrencileri ve çalışanlarına karşı bu konuda sorumluluk almaları da mutabık olduğumuz ve ileriye dönük uygulamak istediğimiz sonuçlardan biri oldu. Mağdurların deneyimleri üzerine tartışma açan sinema, tiyatro ve edebiyat eserlerinin derslerimize, araştırmalarımıza taşınması da ortak hedeflerimizden biriydi. Webinarlarımız Eylül’de devam edecek. Hepinizi bu tartışmalara katılmaya, kendi kurumlarınızdan, yazdığınız tiyatro eserlerinden ilham alarak, taciz ve şiddetin sahnelenme biçimlerini tartışmaya ve birlikte öğrenmeye davet etmek isterim. 

**Sahne için ve özellikle temsil/representation meselesini tartışırken önemli tartışma konularından bazılarını da şimdiden seyirciler, sanatçılar ve araştırmacılar için formüle etmek isterim: 

1) Şiddet sahnede nasıl temsil edilmeli? Ya da temsil edilmeli mi? 

2) Mağdurun dili, sahnede beden bulmuş hali nasıl olmalı? 

3) Yaşanmış bir hikaye kurmacaya taşındığında hangi etik kurallar çerçevesinde hareket edilmeli? 

4) Sembolik şiddet nedir? Sahnede kadınları, LGBT’yi, ayrımcılık ve şiddet mağdurlarını yaşatmanın, çoğaltmanın biçimleri nedir? Sembolik alan nasıl yeniden kurgulanmalıdır? Her ayrımcılığa karşı durduğunu iddia eden tiyatro veya görsel sanat eseri, metinsel ve görsel alanda adaleti sağlayabilmiş midir? Metin ve sahnelemenin çelişkide olduğu örnekleri tartışmaya açmak neden önemlidir? 

5) Feminist dramaturji nasıl yapılır? Feminist hareket ve dramaturjinin tarihselliğini çalışmak, bu festivalde de Emre Koyuncuoğlu’nun bizi davet ettiği aktivizmle sahnenin arka planını, yapısını çalışmanın içiçe geçmiş dinamikleri neden önemlidir? 

6) Kesişimsellik sahneye nasıl taşınır, nasıl tartışılır? Eserler veya yazarlar yaptırımcı feminizm veya onarıcı/dönüşümsel adalet (transformative/restorative justice) arasında nasıl tercih yaparlar? Bu sayede feminist hareket nasıl ivme kazanır, sözümüz nasıl çoğalır, yeni ağlar, platformlar, işbirlikleri nasıl yaygınlaşır…

7) Bu festivalin de her festivalde olduğu gibi seçmek zorunda olduğu oyunlar, oyun yazarları vardır. Aynı zamanda festivale erişemeyen pek çok seyircisi, katılımcısı da olacaktır. Bir olası tartışma alanı da festivalin kapsayamadığı oyunlar, oyun yazarları , festivale erişemeyen seyirci ve bu festivalin yaratmış olabileceği olası eşitsizlikler olabilir. Tartışmalarda erişimi, dahil edilemeyen yazarları ve oyunları düşünmek, ilerleyen festivallerde bu oyunların kapsanması, erişemeyen seyircinin erişim imkanlarının çoğaltılması açısından çok önemli olacaktır. 

8)İstanbul Sözleşmesi

Bu dönem, Türkiye Istanbul Sözleşmesi’ni imzalamışken şiddet kontrol altındaymış gibi Istanbul Sözleşmesi’nin tartışmaya açılmasını çok büyük acıyla izledik. Eminim hepimiz için bu kadar hayati bir sözleşmenin öneminin sorgulanması oldukça travmatik bir deneyim şeklini aldı. Bu vesileyle SU Gender olarak ilk adımımız sözleşmenin yaygınlaşması ve tanıtımı oldu. Bu konuda da olumlu sonuçlar aldık, daha önce sözleşmenin önemini çok düşünmemiş gruplara sözleşmeyi madde madde anlattık. Sözleşmenin yaygınlaşması aslında daha büyük çevreler tarafından sahiplenilmesi belki de bu anın en önemli olumlu gelişmelerinden biri oldu. 

Bu festival kapsamında da Sözleşme’ye referans vererek ya da Sözleşmenin içeriğini kendi eseri içinde çözümleyerek sahneye taşıyan pek çok eser var. Bu eserleri çoğaltalım, yaygınlaştıralım, ayrımcılığa ve şiddete karşı mücadelemizde sahne sokakla paralel ilerlesin. Seyirci sahnede yaratmaya çalıştığımız adalet anlayışında aktif bir siyasi özne, anlam üreticisi olsun ve aktif bir şekilde yer alsın. 

9) Son sorumu da şu şekilde formüle etmek isterim: Bugün bu festivalde olduğu gibi akademi/tiyatro/müze/aktivizm arasında sınırların muğlaklaşması ve hatta yıkılması hangi yeni olasılıklara, yeni işbirliklerine yol açacaktır? Bu festivalden sonra çıkacak yeni çalışmaları, araştırma alanlarını, tiyatro, sinema ve edebiyat eserlerini, üniversite derslerini, cinsel taciz komitelerindeki yeni tartışmaları heyecanla bekliyor olacağım…

Hepinize bu festivalin ayrımcılığa karşı duruşumuzda, şiddet ve tacize karşı mücadelemizde, kadın ve LGBT hayatlarını ve haklarını çoğaltmamızda çok önemli bir başlangıç olmasını diliyorum. Dayanışmayla kalın…